25 Mart 2015 Çarşamba

Film Molası / Kocan Kadar Konuş


"Türkiye'de kadınların DNA'larına kodlanmış olan evlenme saplantısı, ne yazık ki bizim ailede daha yoğun. Millete ailesinden genetik miras olarak mavi göz kalır, bize bu evlenme saplantısı kalmış. 'Sinek kadar eri olanın dağ kadar feri olurmuş' atasözü, anneannem Peyker'in lafıdır. Yani o sözü söyleyen ata, bizzat benim anneannem.

Sözün özü, kocan varsa varsın, yoksa da geçmiş olsun. Hele ki bir de 30'una gelip de bekâr kaldıysan bu dünyada yatacak yerin yok!"











Uzuun bir süre çok satanlar listesinden inmeyen, birçok blog turuna konu olmuş ve birçok blogger tarafından da incelenmiş olan Şebnem Burcuoğlu'na ait "Kocan Kadar Konuş" kitabı sinemaya uyarlandı arkadaşlar. Adından çokça söz ettiren bu kitabı okumayanlardan biriyim. Nedendir bilinmez ama bu tarz kitapları pek okumayı tercih eden birisi değilim. Bu nedenle de filme uyarlandığında ve fragmanlarda gördüğüm kadarıyla eğlenceli bir şeye benzediği için izlemeye gittim. İyi ki de gitmişim :) 
Kendi yorumuma geçmeden önce filmin konusundan bahsedelim;


Konu aslında biziz, yani Türk kadınları :) 30 yaşına gelmiş Efsun, hala bekardır ve aradığı aşkı bir türlü bulamamıştır. Kıskanmaz, trip atmaz, makyaj yapmaz, numaralarla uğraşmaz; yani bir erkeği diğer kızların yaptığı gibi parmağında oynatmayı bilemez. Onun için dürüstlük ve olduğun gibi olmak her şeyden önemlidir. Fakat İzmirli ailesi deyim yerindeyse başının etini yemektedirler. 20 yaşındaki kuzeninin de evleneceğini duyunca artık evlenmeye karar verir. Teyzesi, anneannesi, annesi ve kuzenleri nasıl davranması, nasıl giyinmesi gerektiğini ona öğretmeye başlarlar. Ve lise aşkı Sinan ile karşılaşması da işin tuzu biberi olur. Sinan'ı nikah masasına oturtma süreci böylece başlar.



Benim film hakkındaki düşüncelerime gelirsek ki Ezgi Mola son zamanlarda gördüğüm en başarılı komedi oyuncusu. Hem güzel, hem yetenekli, hem zeki bir kadın olduğunu düşünüyorum. Bu filmde de harika bir oyunculuk sergilemiş. Bana kalırsa filmin kadrosu gerçekten çok güzel, sadece Sinan rolünde Murat Yıldırım olmasa mıydı acaba diye düşünmedim değil. Sanki yakışmamışlar gibi gibi... 

Türk komedilerinde gördüğüm ve ön yargı ile yaklaştığım bir durum var. Benim şahsi düşüncem şu ki bu zamana kadar yapılmış Recep İvedik gibi filmlerde komedi sanki sadece küfürle ve argoyla yapılırmış gibi bir durum söz konusuydu. Bu nedenle bir Türk komedi filmine giderken hep kafamda şu soru vardır "Çok mu küfür vardır acaba?". Beni gerçekten rahatsız ediyor, gülmüyorum, tiksiniyorum. Ama bu film öyle güzeldi ki çok orijinal espriler, çok marjinal karakterler ve çok kaliteli bir oyunculuk vardı. 


Spoiler vermek istemiyorum ama "Adile Naşit mi o?" sahnesine gülerken karnıma ağrılar girdi :) Sanırım filmin en sevdiğim kısmı oydu. "Aşkı En İyi Anlatan Yazar" ile hayali arkadaşlığı ve babasının devamlı börek yapması falan harikaydı. 


Filmde eleştireceğim tek şey şu ki bazı yerler bana çok fazla geldi. Mesela Efsun'un gördüğü rüyalar, çok abartılmış, görüntü kalitesi açısından başarısız olunmuş ve olmasaydı da olurdu dedirten sahnelerdi. Bir de ne yalan söyleyeyim Efsun'un devamlı izleyiciye dönüp konuşması da bir yerden sonra bayıyor ve keşke bu kadar kesit kesit durup konuşmasa dedirtiyor. 






Ama olsuunn, ben bu filmi çoook sevdim. Ailecek gidip izlenilecek ve bol bol kahkaha atılacak bir film. Ülke olarak, toplum olarak sinir küpü halimizi bir nebze yumuşatabilir en azından. Alın çoluğunuzu çocuğunuzu, kankinizi, annenizi ve koşun gidin izlemeye diyorum ve sizi seviyorum. İyi seyirler..


Devamını oku »

23 Mart 2015 Pazartesi

Film Molası/ Uyuyana Kadar-Before I Go To Sleep

Her sabah hiçbir şey hatırlamadan uyansanız siz ne yapardınız?



Ne zamandır izlemek istediğim ama yoğunluktan dolayı bir türlü zaman ayıramadığım "Uyuyana Kadar" isimli filmi sonunda izleyebildim. Bilindiği üzere film aslında S. J. Watson'un çok satan romanının bir uyarlaması. Kitabını da okuduğum için yorumumu yaparken daha farklı bir gözle baktığımı söyleyebilirim. 

Öncelikle şunu söylemek istiyorum ki kitaptan pek bir farkı yok ve hemen hemen aynı tadı alabiliyorsunuz. Gerilim türündeki bu filmin sonu tamamen şaşırtıcı ve beklenmedik. Fakat ben sonunu bildiğim bir şeyi izlerken ne kadar keyif aldım orası muamma. Zira kitap bittiğinde çok şaşırmıştım. Kitabı okurken de sanki bir senaryo okur gibiydim ve bu film olmalı diye düşünmüştüm. Neyse ki beni kırmadılar :) 


Filmin konusuna değinecek olursak eğer; Christine geçirdiği kötü bir kaza sonucunda her sabah hiçbir şey hatırlayamadan uyanır. Kendini henüz 20'li yaşlarında sanar iken aynada 40 yaşında olduğunu görünce şaşırır. Kocası "Ben" ise her yere onun hatırlamasına yardımcı olacak notlar ve fotoğraflar yapıştırmıştır. Kocasının işe gitmesinin ardından ev telefonunun çalmasıyla aslında kendisinin geçmişi hatırlamak için çabaladığını ve bir kamerayla günlük tuttuğunu öğrenir. Başarılı nörolog sayesinde çoğu şeyi hatırlamaya başlayan Christine, kocasının yalan söylediğini ve ona güvenmemesi gerektiğini devamlı kendisine hatırlatır. Böylece geçmişini ve başına gelen kazayı hatırlayabilmek için elinden geleni yapar. İşin en kötü yanı ise her sabah aynı olayları yaşıyor olmasıdır. 



Kitabına dönecek olursak, kitapta devamlı aynı şeyleri okumak sıkıcıydı açıkcası. Kitaba başlayıp sıkıldığı için bırakan bir sürü tanıdığımın olduğunu da söyleyebilirim. Gerilim türünün en çok sevenlerinden biri olarak benim için okunasıydı ve iyi ki de bırakmayıp okumuşum dediğim kitaplardan biriydi. 


Nicole Kidman, kesinlikle bu rol için biçilmiş kaftan. Harika oyunculuğu ile yine beni etkilemeyi başardı. Gerçekten yaşıyor gibiydi. Film, gerilim türünde olmasına rağmen öyle nefesinizi tutup izleyeceğiniz bir gerilim değil ne yazık ki. Biraz kafa yormanızı ve puzzle gibi parçaları birleştirmeye çalışmanızı sağlıyor. Ama filmin sonu gerçekten beklenmedik bir şekilde bitiyor. Benim gibi filmin sonuyla değerlendirenlerdenseniz tam size göre olduğunu söyleyebilirim. 92 dakika gibi ideal bir süreye sahip olan bu film, son zamanlarda kitaptan uyarlanan filmler arasında ilk sıralarda yer alabilecek nitelikte. 

Bence bir şans verin ve bu konu bakımından da farklı olan filmi izleyin. 


Devamını oku »

18 Mart 2015 Çarşamba

Nedir Bu Kırmızı İp?


Herkese merhabalar ve kocaman sevgiler,

Bu seferki yazımı çok ilgimi çeken bir konu üzerine yazmak istiyorum; "Kırmızı İp". Evet, eminim ki benim gibi herkesin bileğinde görüp "Nedir bu kırmızı ip?" sorusunu sormuş birçok kişi vardır. İşte bu yazımda da bu sorunun cevabını bulacağız.

Farklı kültürlerden, farklı inançlardan, farklı dinlere mensup ve dünya bakışı tamamen farklı olan birçok insanın bileğinde gördüğümüz bu kırmızı ip aslında eski bir Kabala inanışıdır. 

Kabala nedir?

Kabala eski bir öğretidir ve "almak" anlamına gelmektedir. Ama lütfen karıştırmayalım ki Kabala bir din DEĞİLDİR! Kabala öğretisi sayesinde evreni anlamak konusunda farklı bakış açılarına sahip olup ve daha derin duygular hissedebilirsiniz. Aslında tek bir amacı var ki hayatınızı daha güzel ve yaşanır yapabilmek. Allah'ın veyahut inandığınız Yaradan'ın elini ve kuvvetini üzerinizde daha güçlü hissetmeniz için yardımcı olur. Bu nedenle bu öğreti belirli bir dine mensup değildir, aynı şekilde din değiştirmek gibi birşey de değildir. Kabala'nın temelini; sevmek, sevilmek, güvende hissetmek, sağlıklı olmak ve sevdiklerimizin mutlu olmasını istemek oluşturur. Hepimiz kocaman bir monotonlukta yaşamıyor muyuz? Bütün bu koşuşturmanın içinde bazen çevremizdeki insanları, güzellikleri göremiyoruz. Hatta kendimizi unutup, kendimize bile değer veremiyoruz. Kabala ile bu karmaşadan kurtulup, Yaradan ile bağlarımızı güçlendirebiliyoruz. 

Ve dönelim esas konumuza; işte bu kırmızı ip Kabalistler tarafından başlatılmıştır. Amacı, bizi kem gözden, kıskançlıktan ve hastalıklardan korumaktır. Sol bileğe takılan yün bir kırmızı ip ile ruhsal olarak kötülüklerden arınabiliyoruz. Kabala teorisinden az çok bahsettiğim için rahatça söyleyebilirim ki Kabala hep pozitif ve iyi düşünceleri barındıran bir öğretidir. Asla yasaklar ve emirler yoktur.



İpi nasıl takmalıyız?

Kırmızı ip sol bileğe takılır, çünkü Kabalistler vücudun sol yanın negatif güçlere açık olduğuna inanırlar. Bu ip sayesinde negatif düşünceler ve duyguların vücuda girişi engellenmiş olur. İp, bileğe 7 düğüm ile bağlanır ve bu ipi bağlayan kişinin de sizi seven birisinin olması büyük önem taşır. İp bağlanırken başkalarına karşı kötü düşüncelerden vazgeçeceğinizi de niyet etmelisiniz. 


"Ne dersiniz takalım mı ?"


Devamını oku »

15 Mart 2015 Pazar

Dizi Molası / The 100



Benim gibi yeni bir dizi arayışındaysanız ve ne yapsam hangisini izlesem diye düşünüyorsanız doğru yerdeniz. Bu yazımda yeni yeni izlemeye başladığım ve sempati duyduğum güzel bir diziden bahsetmek istiyorum. Ortalama 42 dakika süren dizimizin ismi "The 100", yaklaşık 1 yıllık bir dizi ve 2. sezon yeni yayınlanıyor. İşin güzel yanı ise 3. sezon için de CW tarafından onayı almış. Yani yeni bir diziye başlamak için ideal :) 

Dizimizin konusuna gelecek olursak eğer 97 yıl önce dünyada nükleer bir savaş gerçekleşmiş ve dünyanın tamamı radyasyondan etkilendiği için insanlar için yaşam imkansızlaşmıştir. Bu yüzden hayatta kalanlar dünyanın yörüngesinde bulunan bir istasyon kurup yaşamaya devam etmişlerdir. Ama ne yazık ki kaynakları kıttır ve istasyonda çatlak vardır. Yaklaşık 3-4 ay gibi ömürleri kalmıştır. Hem yaşam sürelerini uzatmak hem de dünyanın ne durumda olduğunu öğrenmek için tutuklu olan 100 mahkumu dünyaya gönderirler. Fakat dünyaya fırlatıldıkları sırada gerçekleşen bir terslik yüzünden uzay istasyonu ile mahkumlar arasındaki bağlantı kesilir. Dünyaya inen 100 kişi erzakların bulunduğu Weather Dağı'na ulaşabilmek için çeşitli yollar aramaya başlarlar. Bu sırada grup içinde başlayan gruplaşmalar, aşklar ve arkadaşlıklar işleri iyice karıştırır.



Amerikan yapımı bu dizide hem bilim kurgu, hem gerilim-aksiyon, hem de dram türünü görebiliyoruz. İzlerken insanı sıkmayan, aksine merak uyandıran bir yanı olması gerçekten süper. 

Bence bir şans verilebilir, ne dersiniz?
Devamını oku »

10 Mart 2015 Salı

Kitap İncelemesi / Çi-Akilah Azra Kohen



Herkese merhabalar,
"Fi,Çi,Pi" serisinin ikinci kitabı "Çi" ile kavuşmamıza sevinmeme fırsat kalmadan, bitti diye üzüldüm. "Fi" kadar uzun olmamasına gerçekten çok üzüldüm elime aldığımda kitabı. Azra Kohen kendisine beni bu ikinci kitap ile hayran bıraktı diyebilirim. Yazarın kitap isimlerini seçişinden, yarattığı kahramanların dünyalarından ne kadar etkilendiğimi anlatmakta güçlük çekiyorum gerçekten. "Fi" beni kendisine bağlamıştı ama gerçekten bir sürü şey eksik ve yarım kalmıştı. Kafamda deli sorular bırakmadı desem yalan olur ama "Çi" bomba gibi takip etmiş ve kitabın kapağında da yazdığı gibi "İyi bir hikaye bittiğinde başlar"-mış. 

Bu kadar iddialı yazılardan ve yazarın iddialı ön yazısından gerçekten insan çok fazla şey bekliyor. Bütün beklentileri karşılıyor mu, bence EVET. İlk kitapta bende çok fazla etki yapmadı demiştim ama şahsım adına söylüyorum ki bu seri kendi içinizdeki gizli ruhu, hayata bakış açınızı sorgulamanızda etkili oluyor. Farkında olmadan karakter analizleri yaptığımı hissettim ben bu kitabı okurken, sanki bir doktorum da hastalıkları teşhis ediyormuşum gibi hissettim. 

İlk kitaptaki yan karakterlerin bu kitapta biraz daha öne çıktığını ve onları daha yakından tanımamızın amaçlandığını söyleyebilirim. "Fi" yorumumda da söylediğim gibi ben ana karakterimiz Can Manay'ı sevmemiştim, onun hastalıklı ve işe yaramaz bir adam olduğunu düşünmüştüm. Bütün bu düşüncelerim "Çi" ile birlikte doğrulandı. Bir erkekten görülen akıl dışı ilgi ve alaka her kadını etkiler diye düşünüyorum, ama Can Manay'ın ilgisi insanı ölüme sürükler. Ah Deniz... Sen nasıl bir adamsın, nasıl bir özgürlüktesin ve orda büyük acı çekiyorsun. Çok fazla spoiler vermek istemiyorum ama "Fi" de tam olarak bağdaştıramadığımız tüm olaylar ve karakterler bu ikinci kitapta anlam kazanıyor.



Kitaptaki olayların arka planında öyle bir konu var ki aslında, işte bu dedim. O günleri ne güzel anlatmış, hatta şu anda ki toplumsal düzeni ve dinin arkasına sığınılmış siyasetin halkı koyun gibi gütmesi öyle güzel anlatılmış ki hayran kaldım. Evet arkadaşlar GEZİ PARKI OLAYLARI diyorum. Hatırlar mısınız polisin insanlara yaptıklarını, genç yaşlı kadın erkek demeden öldürene kadar dövmelerini, evlerin içlerine kadar biber gazı atmalarını, beyaz gömlekli ve ne olduğu belli olmayan adamların insanları sokaklara çekip sopalarla nasıl dövdüklerini, ölen gençlerimizi.... İşte bu kitabı okurken o günlere hızlıca gittim geldim ve sanki tekrar yaşadım. 


Azra Kohen'den daha fazla kitap bekliyoruz ve serinin üçüncü kitabı "Pi" için gerçekten çok heyecanlıyım, umarım en kısa zamanda kitapçılarda görürüz. Bu güzel seri ve bu harika yazar ile mutlaka tanışmalısınız. 
Ama unutmayın ki kitapların sırası var:
 "Önce Fi, sonra Çi"


Devamını oku »

2 Mart 2015 Pazartesi

Şubat Ayı-Top 5


Herkese merhabalar... 
Yeni bir konsept ile karşınızdayım arkadaşlar. Her ay sizlerle top 5'ime giren konulardan bahsetmek istiyorum. Bunun içinde kitap, film, müzik, günlük hayattaki olaylar ya da bu konular dışında sizlerle de paylaşmak istediğim şeyleri yazacağım. Şubat ayı yeni bitmişken ve ben böyle bir yazı konseptine başlamak niyetindeyken çok güzel oldu. 
O zaman haydi başlayalım;



1) Birinci sırada bir kitap var; Fi-Azra Kohen. Kesinlikle çok sevdim ve bu ay sadece onu okudum diyebilirim. Bitmesini hiç istemedim, karakterlerle arkadaş oldum. Kitap hakkındaki yazımı da buraya tıklayarak okuyabilirsiniz.Serinin ikinci kitabı "Çi"ye de sonunda kavuştum, bakalım Mart ayı favorilerime girebilecek mi?


2) Şubat ayını sallayan meşhur Grinin Elli Tonu filmini artık duymayan kalmadı. Ben de merak edip izleyenlerdenim. Fakat ne yazık ki filmi çok beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Ama müzikleri... Ah o müzikler... İşte onlar harikaydı. Ve onların arasında sevdiğim bir tanesi var ki, tek kelimeyle bayılıyorum.....


3) Şubat ayı favori dizim ise tabi ki Sex and the City. Kaç defa baştan başlarım izlemeye bilmiyorum ama gerçekten çok eğlenerek ve bol bol gülerek izliyorum.
Bazı diziler eskidikçe değerlenir :) 


4) Biz kitap severlerin bir tutkusu vardır; KAHVE. İşte tam olarak istediğim ve ne zamandır kavuşma hayalleri kurduğum kahve makinesine erkek arkadaşım sayesinde kavuştum. Ona ne kadar teşekkür etsem azdır, beni o kadar mutlu etti ki, Canım benim... Makineyle de aşk yaşadığım doğrudur...:)


5) Beşinci sırada ne yazık ki sevdiğim bir şey olmayacak. Kadın cinayetleri gün geçtikçe azalması gerekirken artıyor. Artık haberleri izlemek istemiyorum. O kadar üzülüyorum o kadar canım acıyor ki. Özgecan Aslan cinayeti ve binlerce Özgecan için susmayalım, unutmayalım ve unutturmayalım diyorum. Bende bir kadınım ve sokakta rahatça gezmek, istediğimi giymek, gece geç saatlerde evime taksiyle,dolmuşla yada otobüsle dönebilmek istiyorum. 
Mekanın cennet olsun Özgecan... 


Devamını oku »
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...