27 Ağustos 2014 Çarşamba

Kitap İncelemesi / Uçurtma Avcısı-Khaled Hosseini


Ne demişler geç olsun ama güç olmasın. Kitabın ününü, adını ve ne kadar iyi olduğunu biliyordum. Hakkında çok fazla yazı okumuş, her gittiğim kitapçıda da karşıma çıkmıştı. Ama ne yazık ki elim bir türlü gidip almamıştım. Sanırım bu tarz kitaplardan kaçıyorum biraz. Üzücü ve dram dolu filmler olsun kitaplar olsun artık ben bunları pek kaldıramıyorum. Her neyse sonunda erkek arkadaşımın ısrarları sonucu okumaya karar verdim ve kitabı elimden henüz bıraktım. Gözyaşlarım bile daha kurumadı.... Yıllardır kaçtım ama sonunda yakalandım ama iyi ki okumuşum. Kitapta günümüzde kaybedilmiş çoğu duyguyu görmek mümkün. Arkadaşlık, dostluk, kardeşlik.... Eğer siz de henüz okumadıysanız bir an önce okuyun derim. 




Kitabın Konusu:

Öncelikle kitap, Kabil'in Vezir Ekber Han bölgesinde yaşayan ve Peştun olan Emir adlı bir çocuk tarafından anlatılıyor. Emir'in babası çok zengin bir iş adamıdır, annesi Emir'i doğururken ölmüştür. Babasının Emir'e karşı tavrı ise biraz sert ve kabadır. Yanlarında ise Hazara mensubundan olan Ali ve Emir'in süt kardeşi Hasan çalışmaktadır. Emir ile Hasan yakın arkadaştırlar. Emir, Hasan'a Şahname okur, onunla oyunlar oynar, Hasan Emir'i diğer çocuklardan korur ama Emir, Hasan'a karşı o kadar iyi hareketler sergilemez.



Bir gün bir uçurtma yarışında Emir birinci olur ve Hasan yenilen çocuğun uçurtmasını Emir için yakalayama gider. O sırada yaşadığı talihsiz olaydan sonra hem Emir'in hem Hasan'ın hayatı eskisi gibi olmaz. 

Sovyetler İşgali sırasında Emir ve babası ülkeyi terk edip ABD'ye göçerler. Emir, evlenir ve bir süre sonra babası ölür. Bir gün babasının eski bir dostundan mektup alır ve tekrar Afganistan'a dönmeye karar verir. 


Afganistan'a gittiğinde ise bazı gerçekleri öğrenir. Bu gerçekler ise onu bir kez daha geçmişiyle yüzleştirir. 




Kitap, ihanetin ve sadakatin bedellerini, babaların oğullarıyla ilişkilerini ve babaların çocuklar üzerindeki etkilerini göstermektedir. Sevgi, yalan, dostluk ve fedakarlıklarla dolu bir hikaye... Savaşın etkileri, güzelim toprakların yok edilişi, gaddarlıklar, ırkçılık ve insanlara yapılan zulümleri gözler önüne sermiş bir hikaye...



Altı Çizilenler:


"Yalnızca bir günah vardır, tek bir günah. O da hırsızlıktır. Onun dışındaki bütün günahlar hırsızlığın bir çeşitlemesidir. Bir insanı öldürdüğün zaman, bir yaşamı çalmış olursun. Karısının elinden bir kocayı, çocuklarından bir babayı almış. Yalan söylediğinde, birinin gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın. Hile yaptığın, birini aldattığın zaman doğruluğu, haklılığı çalmış olursun..."

"Senin için bin tane olsa yakalarım"

"Senin bu kadar mutlu olmana, ancak senden bir şey almaya hazırlandıkları zaman izin verirler..."

"Masasının üzerindeki bir levhada şöyle yazıyordu: YAŞAM BİR TRENDİR, ATLA."

"...ama geçmiş için söylenenler yanlış. Ben onun nasıl gömüleceğini öğrendim. Her ne kadar geçmiş pençeleriyle kendine bir çıkış yolu açmayı becerse de.Yeniden iyi biri olmak mümkün."

"Herşey bir yana hayat bir Hint filmi değil. Afganların en sık yinelediği deyiştir: Zendagi migzara. Hayat devam ediyor.Başlangıcı, sonu, kemyah, nahkami, bunalımları, sevinçleri önemsemeksizin, ağır, tozlu bir kervan gibi ilerliyor."

"Çocuklar boyama kitabı değildir.Onları en sevdiğin renklere boyayamazsın..."

"Afganistan'da çocuk çok ama çocukluk yok."

"İlkokul birinci sınıf kitabımı bile okuyamayan Hasan, beni rahat rahat okuyordu."

"Bu ülkede sineklerin bile acelesi var."





  • Kitaptan uyarlanan, Marc Forster'ın yönettiği 2007 ABD yapımı bir film mevcuttur.





Halit Hüseyni (Khaled Hosseini) (Farsça:خالد حسینی) hakkında:

Her roman, yazarının izlerini taşır diye düşünüyorum. Halit Hüseyni'nin hayatını öğrendikten sonra da bu düşüncemin bir kez daha ne kadar doğru olduğunun farkına vardım. Kitap içindeki olayların, yer ve zamanın en güzel şekilde betimlenmesinin sebebi yazarımızın onları gerçekten yaşamış ve yazarken de tekrardan anılarına geri dönüş yapmasıymış.


Tacik asıllı romancı ve aynı zamanda doktor olan Halit Hüseyni şu anda ABD vatandaşıdır. İlk romanı 2003 yılında yayınlanmış olan Uçurtma Avcısı'dır. Bu roman ile pek çok ülkede çok satanlar listesine girmeyi başarmıştır. 

Hüseyni, 4 Mart 1965 yılında Kabil'de doğmuştur ve Alevidir. Babası Afganistan Dış İşleri Bakanlığı'nda çalışmıştır. 1976 yılında Afganistan'daki komünist baskıdan kaçmak için babası Paris'te iş bulmuş ve ailecek Paris'e taşınmışlardır. 1980 yılında ise ABD'den sığınma hakkı kazanmış ve San Jose, Kaliforniya'ya yerleşmişlerdir. 


Uçurtma Avcısı'nda da yazar, bu göç sırasında yaşanılanları detaylarıyla ve zorluklarıyla anlatmıştır.

Santa Clara üniversitesi Biyoloji bölümünden mezun olduktan sonra Kaliforniya Üniversitesi Tıp bölümüne girmiştir. 1993 yılında cerrah olmuştur. Doktorluk mesleğine Uçurtma Avcısı'nı yazdıktan bir buçuk yıl sonra veda etmiştir. 

Şu anda Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'nde iyi niyet elçisi olarak çalışmaktadır. İranlı eşi Roya ve iki çocuğuyla birlikte halen Kuzey Kaliforniya'da yaşamaktadır.


KEYİFLİ OKUMALAR....

Devamını oku »

24 Ağustos 2014 Pazar

Kitap İncelemesi / İçimden Kuşlar Göçüyor-İnci Aral



Herkese merhaba... Bu seferki kitabım bir anı roman. Ne zamandır kitaplığımda duran ve bir sabah kahvenin yanında iyi gidebilir diye elimin uzandığı bu kitap hakkında ne desem nasıl anlatsam bilmiyorum. Ama daha öncede dediğim gibi bazı kitapların zamanı gelmemiştir okumak için, işte bu kitap da benim için çok zamansız oldu diyebilirim. Yanlış bir seçimin sonucu olarak okuduğum bu kitap gerçekten çok kasvetli ve yorucuydu benim için. Ama bu durum sanırım benimle alakalı bir durum, çünkü kitap gerçekten çok yalın ve güzel bir dille yazılmış. Anlatılmak istenen duygular çok güzel betimlenmiş. Fakat neden zamansız olduğunu düşünüyorsun derseniz eğer konu bakımından bana hitap etmediğini ve bu kadar kasvetli bir kitabı kaldırabilecek bir psikolojide olmadığımı söyleyebilirim. Belki 20li yaşlar için pek uygun olmasa da bir 20 yıl sonra elime tekrar alıp okuyacağım bu kitabı o zaman daha anlamlı bulacağım kesin....




Kitabın Konusu:

Kitap dediğim gibi bir anı roman. Bu nedenle kahramanımız İnci Aral. Rahim kanseri olduğunu öğrendikten sonra ölüm korkusuyla karşı karşıya gelen yazar, henüz yapacak çok şeyi olduğunu düşünür.
Girdiği ameliyattan sonra rahmi ve yumurtalıkları alınır. Böylece menopoz ile tanışır. Menopozun getirdiği zorlu psikoloji ile savaşmaya başlayan yazarımız, bu süreç boyunca yaşadıklarını bu romanda dile getirir. Henüz menopoz sürecine hazır olmadığını düşünen yazar geçmişiyle de yüzleşir. Hatalarını, doğrularını, acılarını, mutluluklarını, evliliklerini, aşklarını, kırgınlıklarını, yazma isteğini ve korkularını çok güzel bir dille yazıya dökmüştür.


İnci Aral hakkında: 
1946 yılında Denizli'de doğmuş olan yazar, yazmaya 1976'da başlamıştır. Gazi Eğitim Enstitüsü'nde Resim-İş Bölümü'nü bitirmiş, Samsun, Manisa ve İzmir'de öğretmenlik yapmıştır. Yazarlık kariyeri ilk olarak dergilerde yazdığı öykülerle başlamıştır. İlk öykü kitabı 1979'da yayınlanmış "Ağda Zamanı"dır. Yazdığı bu öykü kitaplarıyla birçok öykü ödülü kazanmıştır.Öykü ve romanlarında genellikle kadın-erkek ilişkilerini, kadın kimliğini, özgürlük, bağlılık, iletişimsizlik ve aşkın imkansızlığına değinmiştir. Bunun yanında toplumsal sorunlar, toplumun birey üzerindeki etkileri, ekonomik ve kültürel sebeplerden yaşanan ruh halleri de kitaplarında büyük bir rol oynamaktadır.



Altı Çizilenler:

"
Birçok arkadaşım oldu. Kimileriyle uzun yıllar sürdü ilişkim. Birçoğuyla çabuk ayrıldı yollarımız. Adlarını çoktan unuttum onların. Bir dönemeçte hayatımdan çıkarmak zorunda kaldıklarım ya da bir gün birdenbire yabancı bulduklarım oldu. Yıllar sonra karşılaşıp yeniden sevdiklerim de. Ama kesin olan bir şey var. Her zaman yalnız oldum."

"
Bir insanı sevmeye değer bulabilmem için onun ulaşılması güç olanı simgelemesi gerekiyordu. Aşk benim için bir olanaksızlık, umutsuzluk ilişkisi olduğu sürece anlam taşıyordu."

"Yaşamak tasarlanmış ve ertelenmiş bütün ölümlerdir belki de."

"Geçmişte bıraktığım bu adam değil. Bu bir başkası. Ben onu boşu boşuna sevmiş ve yoktan var etmişim. Çoğaltmış, yüceltmiş, sevgime değer bulmak için olduğundan daha büyük ve önemli kılmışım. Bu yanılgıda uzun zaman direnişim yalnızca benim sorunum. Acı çekme ustasıyım çünkü ben."

"....nasıl olsa her aşk, kazaya, yanlışa dönüşür zamanla."

"Günbatımında hızı kesilen rüzgarla uysallaşmış ölü dalgalar, kıyıyı yalayıp geriye çekildikten sonra yeniden usulca ileri atılmak için bir an beklerler. Ben o bekleme anıyım işte."


 



KEYİFLİ OKUMALAR....
Devamını oku »

21 Ağustos 2014 Perşembe

Çekiliş / Tablo


Bu sefer bir çekiliş duyurusu ile karşınızdayım. Sevgili "Yağmurun Dünyası" güzel mi güzel, tatlı mı tatlı bir çekiliş düzenlemiş. E tabi ki katılmasam olmazdı :) 
Bu çekilişi kazanan kişi Atlantis Tablo'dan çok şık bir tablo kazanacak. 1 Ekim günü de kazanan açıklanacak... Bence siz de hemen katılın ve bu tablodan kazanma fırsatı yakalayın. Nasıl mı derseniz? İşte tık tık




Devamını oku »

20 Ağustos 2014 Çarşamba

Dizi Molası / Young & Hungry




Adı: Young & Hungry
Tür: Sitcom, Komedi
Yaratıcı Yönetmen: David Holden
Oyuncular: Emily Osment, Jonathan Sadowski, Aimee Carrero, Kym Whitley, Rex Lee
Ülke: ABD
Kanal: ABC Family
IMDB: 7,5/10
Süre: 22dk








Selamlar... Sevgili Turuncu Geceler blogunda bu diziyi önermişti ve benim de çok ilgimi çekmişti. Onun bu konuyla ilgili yazısını okumak isterseniz tık tık ! Yeni bir dizi arayışındayken karşıma bu dizinin çıkması çok iyi oldu. Bu sıcak yaz günlerinde gülüp mutlu olmak isteyenler için ideal bir dizi. Evet benim gibi bir dizikolikten geçer not alan bu dizi için tabi ki birkaç eleştirim de var. Mesela dizi konu açısından güzel ama ne kadar devam eder orası muamma. Dizinin önünün çok açık olduğunu düşünmüyorum, keşke olsa da beni şaşırtıp mutlu etse... Bir komedi dizisi olarak tabi ki ne Friends'in ne de HIMYM'ın yanından bile geçemez ama dediğim gibi eğlenceli ve güzel. Bu tarz dizilerden hoşlanıyorsanız eğer bu diziye bir şans verebilirsiniz... :) 


Oyunculuk gerçekten harika, bütün karakterler orjinal ve kendine has tiplerden oluşuyor. Hepsini çok sevdim. Tabi baş kahramanımız Gabi Diamon -Emily Osment- harikaa... 



Dizinin Konusu: 

Bir blogger olan Gabi Diamond, zengin bir iş adamının -Josh Kaminski- yanında şef olarak çalışmaya başlar. Josh'ın çılgın reklamcısı Elliot Park ile pek iyi anlaşamazlar. Fakat evin temizlikçisi Yolanka onun için iyi bir dost olur. Bunun yanında hem en yakın arkadaşı hem de ev arkadaşı olan Sofia Rodriguez ile evin kirasını ödemek için uğraşıp, ucuza ve hatta bedavaya şeyler alırlar.
Gabi, kendisine verilen deneme sürecinde işleri biraz karıştırır ve bu başına bela olur. Birde Josh'ın nişanlısı kendini beğenmiş Caroline var. Caroline ile Gabi arasında bir Josh savaşı başlar.




İşte Trailer:



KEYİFLİ SEYİRLER...

Devamını oku »

18 Ağustos 2014 Pazartesi

Etkinlik / İçimizi Hüzne Boğan Kitaplar



İşte sevgili Kristal Kitap'ın yeni bir etkinliğiyle buradayım. Onun sayfasına ulaşmak için hemen tık Evet bu seferki konumuz "İçimizi Hüzne Boğan Kitaplar" mış. Aslına bakarsanız ben bu tarz kitapları pek okumayı sevmem. Kitap okurken ağlamak yerine film izlerken ağlamayı tercih ederim -cümlem ne kadar tuhaf olsa da başka türlü anlatamadım:)- Biraz düşündüm ve gerçekten aklıma çok az sayıda kitap geldi. Bende elimden geldiğince içimi hüzne boğup, beni daralttıkça daraltan kitaplardan bazılarını sizlerle paylaşacağım.



Yaz - Kürşat Başar

Son zamanlarında en çok satanlarından biri olan Kürşat Başar'ın Yaz adlı romanı beni hüzünlendirmedi desem yalan olur. Öyle çok sıkıntılı bir kitap değil ama kahramanın aşkı ve kimlik arayışı çok güzel anlatılmıştı. Kürşat Başar'ın bu kitabı gerçekten emek emek, özene bözene yazdığı çok açık. 
Kitapla ilgili yazımı okumak isterseniz de buyrun...



Jan-Philipp Sendker - Her Kalp Kendi Şarkısını Söyler

Bu kitabı okumak gerçekten zordu benim için. Hatta şu yazıyı yazarken bile aklıma gelince kendimi yine kötü hissettim. Gerçekten çok etkileyici bir aşk hikayesi... Julia'nın babası ortadan kaybolduktan sonra annesi, Mi Mi adında bir kadından gelmiş yıllar öncesine ait bir mektup bulur. Bunun üzerine Julia babasının geçmişini öğrenmek için Mi Mi'nin yaşadığı yere gider ve orada bir adamla karşılaşır. Adam babasının arkadaşıdır ve babasının hikayesini Julia'ya anlatmaya başlar. Babasının küçük yaşta kör olduğunu ve bir kıza aşık olduğunu öğrenir. Bu aşkın büyüsü ve harikalığı Julia'yı çok etkiler, tabi bizi de...


Sabahattin Ali - Kürk Mantolu Madonna

Bu kitap anlatılmaz yaşanır. Ben böyle bir aşk hikayesi görmedim, böyle bir tutkuyu tatmadım. Yıllar önce taa lise yıllarımda okuduğum bu kitabı hala çok satanlarda gördükçe çok mutlu oluyorum. Çünkü gerçekten herkesin okuması gereken harika bir roman. Rasim'in ölmek üzere olan iş arkadaşı Raif Bey'in defterini -Raif Bey yakmasını istemesine rağmen- okumaya başlar ve Raif Bey'in akıl almaz tutku dolu aşkıyla karşı karşıya kalır. Veee hikaye başlar...




KEYİFLİ OKUMALAR....

Devamını oku »

15 Ağustos 2014 Cuma

Kitap İncelemesi / SIRçalan-Jill Hathaway



Bu kitabı gördüğüm bir %50 indirim reyonundan hem kapağı hem de arka kapağında yazan kısa bilgilerin ilginçliğinden dolayı satın aldım. 1 günde okunacak kadar kısa bir kitap. Konusu bakımından ilginç, sürükleyici ve gerçekten merak uyandırıcı... Zira beni benden alan kitaplar genelde bu tarz kitaplar oluyor. Bu kadar güzel sözden sonra ne yazık ki bu kitabın çok sıradan ve basit olduğunu söylemek zorundayım. Özellikle sonu tam bir hayal kırıklığıydı benim için. Beni kitabın içine aldı evet ama beni şaşırtmadı. Daha çok orta okul ve lise çağlarındaki okuyucuların hoşuna gidebilecek türden bir kitap olduğu içindir belki de bilmiyorum ama ben pek sevmedim. Bu kadar eleştiriden sonra kaç kişi okumak ister bilmiyorum ama okumasanız da bir şey kaybetmezsiniz zaten. Yine de neymiş bu derseniz yazının devamını okumaya devam edin derim.




Kitabın Konusu: 


Sylvia adındaki bir lise öğrenci kızın kimsenin bilmediği bir yeteneği vardır. Daha önce bu yeteneğini babasına söylemiş olmasına rağmen babası onu psikologa götürmek dışında bir şey yapmamıştır. Annesinin ölümünden sonra babası ve kız kardeşi Mattie ile yaşamaya başlamıştır. Bu kızımız ani uyku nöbetleri geçirmektedir. Fakat bu uyku nöbetleri sırasında en son kimin bir eşyasına dokunduysa onun bedenine geçmektedir ama bedenine geçtiği kişi bunun farkında değildir. Ne yazık ki bir gün farkında olmadan bir katilin bedenine geçer ve kardeşinin arkadaşı Sophie'nin ölümüne tanık olur ve macera başlar. Bundan sonra Sylvia, katilin kim olduğunu bulmaya çalışır. Çünkü kardeşinin amigo takımındaki başka bir yakın arkadaşı daha ölü bulunmuştur. Sylvia, kardeşinin sıradaki kurban olduğunu düşünür ve onu kurtarmak için katili bulması gerektiğini düşünür. Böylece yeteneğini geliştirip bedenine geçtiği insanları da istediği gibi hareket ettirmeye başlar. Puzzle gibi parçaları birleştirmeye başlayan Sylvia, olayın arka yüzünde bambaşka bir sır olduğunu öğrenir...




Yazar hakkında:

Jill Hathaway, Iowa'da doğup büyüdü. Aynı eyalette yer alan Northern Üniversitesi'nden mezun oldu ve Iowa State Üniversitesi'nde edebiyat üzerine master yaptı. Gençlik yıllarını Stephen King ve Clive Barker okuyarak geçiren yazar aynı zamanda İngilizce öğretmenidir. Hathaway, ailesiyle birlikte Des Moines'te yaşamaktadır. SırÇalan yazarın ilk romanıdır.




KEYİFLİ OKUMALAR...

Devamını oku »

13 Ağustos 2014 Çarşamba

Kitap İncelemesi / Fang Ailesi-Kevin Wilson




Ne fenadır aslında, bizi sevmekten
vazgeçmezler, biz de onları

O küstahlıkları inanılır gibi değildir,
bizi yaptılar diye. Nasıl yaptılarsa.

Ya hayatları: Elbette biz
daha iyisini yaparız.

-WILLIAM MEREDITH. "PARENTS"


Kitabın Konusu:

Kitap bölümlere ayrılmıştır. Bir günümüz, bir geçmiş olacak şekilde bize Fang ailesini yakından tanıtıyor. Fang ailesi üyeleri, halka açık alanlarda kendi sanatlarını ortaya koymaya çalışıyorlar. Alışveriş merkezlerinden tutun restoranlara, restoranlardan tutun parklara, aklımıza gelen her yerde sanatlarını icra etmeye çalışıyorlar. Ve tabi ki bunları aralarından birisi mutlaka kayıt altına alıyor. Caleb ve Camille Fang, çoğu zaman çocukları Annie ve Buster'dan bile ne yapacaklarını saklayarak, onlarında doğaçlama bir şekilde oyunlarına katılmalarını istiyorlar. 

Çocuklar, üzerlerindeki bu baskıdan sıkılmış ve yorulmuşlardır. Bu onların psikolojilerini de alt üst etmiştir. Kim ister ki böyle çılgın bir anne babaya sahip olmayı... Neyse daha sonra ailelerini terk etmeye karar veren Annie ve Buster şehirden ayrılıp kendi hayatlarını yaşamaya karar verirler.

Annie, ünlü bir oyuncu olmak için çabalarken, Buster ise yazar olaya karar verir. Ama bir gün işler karışır. Annie'nin üstsüz fotoğrafları internette yayılmaya başlar ve eskisi gibi istenen bir oyuncu olmamaya başlar. Bu sırada Buster'da bir röportaj sırasında patates bazukasıyla suratından vurulur ve suratı tanınmayacak durumu gelir. Bütün bu olaylardan sonra iki kardeş anne babasının yanlarına dönüp kendilerini iyileştirmeye karar verirler. Caleb ve Camille Fang hiçbir sorun çıkartmadan çocuklarının geri dönmelerine ses çıkartmazlar. 
Fakat bir gün Caleb ve Camille Fang ortadan kaybolurlar. Polis arabalarının yol kenarında bulunduğunu ve arabanın etrafında babalarının kanı olduğunu söyler. Gelgelelim çocuk A ve B buna inanmak istemezler, anne babalarının yine oyun oynadıklarını düşünürler ve böylece onları ortaya çıkartmak için çeşitli yöntemler denemeye başlarlar.



Yorum:

Kitap, bana kalırsa bir dramı gözler önüne sermektedir. Bir ailenin dramı... Kendini sanata adamış bir anne babanın çocuklarını da kendileri gibi yetiştirmeye çalışmaları ama çocukların bunu kabul etmek istememeleri hatta anne babalarından nefret etmeye başlamaları ve bunun sonucunda da zarar görmelerini konu alan bu kitap bence bize çok şeyi göstermeyi hedeflemiş durumda. Kitaptan etkilenmedim desem tamamen yalan söylemiş olurum. Kendimi Fang ailesinin bir üyesi gibi hissettim. Annie ve Buster'ın neler hissettiğini anlamaya çalıştım. Böyle bir ailem olsaydı neler yapardım acaba diye düşündüm ve çoğu zaman çocuk A ve B için gerçekten üzüldüm. Bir çok yerde kitabın sonunun çok eleştirildiğini gördüm. Ama ben beğendiğimi söyleyebilirim. Çünkü kitap bittikten sonra kendime şu soruyu yönelttim:

"Acaba kendi hayatımı mı yaşıyorum, yoksa sadece birilerinin figuranı mıyım?"




Kitabın yazarı Kevin Wilson'u yakından tanımak isteyenler için bulduğum çok güzel bir söyleşiyi şu linkte bulabilirsiniz.

KEYİFLİ OKUMALAR....



Devamını oku »

12 Ağustos 2014 Salı

Etkinlik / Son Zamanlarda Herkese Önerdiğiniz Kitaplar


Merhabalar.... "Kristal Kitap"ın düzenlediği bu etkinliğe benim de bir katkım olsun istedim. Ben genelde güzel bir kitap okuduktan sonra o kitap hakkında beyin fırtınası yapabilmek için çevremdeki kişilere bunu mutlaka okumalısın derim :) Fakat en özel kitap senin için hangisi, en çok önerdiğini söyle bize derseniz eğer.... Ben tabi ki Buket Uzuner'den Su adlı romanı söylerim.


E peki neden bu roman derseniz eğer, bilmiyorum, gerçekten bilmiyorum. Ben bu kitabı bir kitap fuarı ziyaretinde bütün standlardan elime geçen kitapları topladığım bir sırada kapağı ilgimi çektiği için almıştım. Ama kitabı okumaya başladığım andan itibaren öyle bir sevdim, kitaba öyle alıştım ki, bitmesin diye az az okudum. Kitap, bize eski Türk geleneği Kamanlık'ı (yani Şamanlık) bir polisiye tadında anlatıyor. Aynı zamanda Kutadgu Bilig ile bizi tanıştırıp, eski Türk geleneklerinin ortaya çıkışından günümüze kadar nasıl geldiğini gösteriyor. 

Bir kitabın benim için değerli olması için hem beni bilgilendirmesi hemde beni olayların içine katması gerekir. İşte bu harika romanda böyle güzel ve etkileyici. Buket Uzuner'in çıkaracağı yeni kitapları dört gözle bekliyorum ve herkese bu kitabı tavsiye ediyorum. Mutlaka okuyun, okurken eğlenin, eğlenirken öğrenin... 


Sevgiler... 

Devamını oku »

11 Ağustos 2014 Pazartesi

Film Molası / The Grand Budapest Hotel-Büyük Budapeşte Oteli




Filmin Adı: Büyük Budapeşte Oteli
Yıl: 2014
Yönetmen: Wes Anderson
Tür: Komedi, Dram
Ülke: İngiltere, Almanya
Imdb: 8,2/10




Öncelikle bu film ünlü Avusturyalı yazar "Stefan Zweig"ın notlarından esinlenerek yapılmıştır. Benim bu filmi merak etme sebebim de buydu tabi ki...

Nazi dönemindeki Avrupa'nın farklılaşması, farklı ve komik bir şekilde arka plana yerleştirilmiştir. Filmin tamamı Almanya'da Görlitz ve Saksonya eyaleti etraflarında çekilmiştir. Otelin içi için Görlitzer Warenhaus yapısı kullanılmıştır.

Şubat 2014 'te 64. Berlin Film Festivali'nde Jüri Özel Ödülü Gümüş Ayı ödülünü kazanmıştır. 

Filmin Konusu:

Filmin başlangıcı tam benim sevdiğim gibi bir başlangıçtı çünkü günümüzde bir genç kız bir anıta yaklaşır ve oradaki bir banka oturup yazarın Büyük Budapeşte Oteli'ne yaptığı bir ziyareti anlattığı kitabı okumaya başlar. Anlatım içinde anlatım misali yazarımız 1968 yılında Alp dağlarında hayali bir ülke olan Zubrowka Cumhuriyeti'ndeki otele gider. Savaş sonrası olduğu için otel harap ve terk edilmiş gibidir. Çok az sayıda müşterisi vardır. Bir gün otelin sahibi Sıfır Mustafa otele gelir, yazarımızla bir akşam yemeğinde buluşur ve kendi hikayesini, otele nasıl sahip olduğunu ve bu harap haldeki oteli neden hiç kapatmak istemediğini anlatmaya başlar...



Burada film bizi 1932 yılına götürür, yani savaş yıllarına... O zamanlarda şimdiki otelin sahibi Mustafa otelde lobi görevlisi olarak çalışmaya başlamıştır. Zubrowka savaşın eşiğindedir ama otelde bu hissedilmemektedir. Otelin ünlü odacısı Gustave'ın tek derdi otele gelen müşterileri memnun etmek, yaşlı ve zengin olanlarla birlikte olmaktır. Bu yaşlı ve zengin olanlardan bir tanesi de Madam Céline Villenueve Desgoffe und Taxis'tir. Bir gün bu sevdiceğinin öldüğünü öğrenen Gustave, yanına Mustafa'yı da alarak onu ziyarete gider. Gittiği sırada ise tam kadının vasiyetnamesi okunmaktadır ve Gustave ünlü Elmalı Çocuk tablosunu ona bıraktığını öğrenir. Bütün ailenin tepkisini alan Gustave ve Mustafa, tabloyu çalıp oradan kaçarlar ve film bu olayın üzerinden gelişmeye başlar. 

Bu yolculuk sırasında Gustave ve Mustafa arasında büyük bir dostluk gelişir ve bize merhameti, arkadaşlığı ve birliği gösterirler. Gustave rolündeki Ralph Fiennes ve Sıfır Mustafa rolündeki Tony Revolori'nin oyunculuğu ise takdire şayandı. 



Ben bu filmi çok keyif alarak ve eğlenerek izledim. Son zamanların yapılmış en başarılı komedi ve dram filmi diyebilirim. Bu tarz filmlerden hoşlananlar için gerçekten kaçırılmaması gerekir diye düşünüyorum. 

Filmin Fragmanı:




KEYİFLİ SEYİRLER....

Devamını oku »

8 Ağustos 2014 Cuma

Film Molası / The Other Woman-Öteki Kadın


Filmin Adı: Öteki Kadın-The Other Woman
Yıl: 2014
Yönemen: Nick Cassavetes
Tür: Komedi
Ülke: ABD
Imdb: 6,1/10




Ne yalan söyleyeyim Cameron Diaz'a olan tutkum bu filmi izlememe sebep oldu. Onun dışında gerçekten çok keyif alarak izleyeceğim bir film tarzı değildi. Evet yer yer çok güldüm, eğlendim ama beni etkilemedi. Tamamen boş zaman filmi diyebilirim. 

Filmde oynayan Nicki Minaj ise benim için kocaman bir sürprizdi. Oyuncu kadrosu gerçekten harika olan bu film konu olarak da eğlenceli ama ne yazık ki sıradan.... Sevgilisinin evine sürpriz yapmak için giden Carly (Cameron Diaz), kapıda karısı Kate (Leslie Mann) ile karşılaşır. Daha sonra Carly ve Kate arkadaş olup Mark'a (Nikolaj Coster-Waldau) karşı oyun oynamaya başlarlar. Fakat Mark'ın tek sevgilisi Carly değildir. Ortaya bir de Amber adındaki bir kız çıkar. Üçü güçlerini birleştirip Mark'a karşı eğlenceli bir intikama başlarlar... 



Fragman:



KEYİFLİ SEYİRLER...


Devamını oku »

7 Ağustos 2014 Perşembe

Kitap İncelemesi / Yaz-Kürşat Başar




Son zamanlarda girdiğim her kitapçıda çok satanlar bölümünde sıklıkla gördüğüm bu kitap bende büyük bir merak uyandırdı. Daha önce Kürşat Başar'ın hiçbir kitabını okumamış ve yazarın tarzını bilmeyen biri olarak bu kitabı alıp almamak konusunda kararsız kaldım. Şunu söylemeliyim ki, kitap ilk sayfasından itibaren beni çok etkiledi ve tamamen içine aldı.
Hani bazı kitaplar vardır, başladığında bitmesin diye az az okursun, sona yaklaştıkça üzülürsün. İşte bu kitap da kesinlikle sindire sindire okuduğum ve tadına doyamadığım kitaplardan oldu. Adının, kapak resminin ve konusunun da birbirleriyle bağlantılı olduğu bu güzel kitap, kahramanımızın ağzından yazılmıştır. Kendi hayat hikayesini onun bakış açısından görebiliyoruz. Bu da bize bir seyirciymişiz gibi hissettiriyor. Kimi zaman kahraman ile düşünce ortaklığı yaşamamıza rağmen, ne olacağını konusunda okuyucuda büyük bir merak oluşuyor. 


Öncelikle kahramanımız Murat, Kıbrıs'ta doğmuş ve ne yazık ki annesini hiç görmemiştir. Bir gün babasının işe gittikten sonra ortadan kaybolması üzerine ninesi onu alıp İstanbul'a amcasının yanına götürür. Neler olduğunu anlayamayacak yaşta olan Murat hiç tanımadığı amcasının yanında yaşamaya başlar. Bütün bu olaylar Kıbrıs Harekatından önce olduğu için ona hep babasının savaşta olduğunu söylerler. Monoton geçen hayatlarında odasından sadece yemek zamanlarında çıkan, devamlı kitap okuyup bir şeyler yazan amcasını bir gün masasında ölü bulurlar. Amcası bütün kitaplarını ve araştırmalarını yeğeni Murat'a bırakmıştır. Murat da aynı amcası gibi bütün gününü amcasının odasında geçirip, kitap okuyup, amcasının araştırmalarını incelemekle uğraşmaya başlamıştır. Bu durumu da sevmiştir aslında ve kitaplarla arkadaş olup onların dünyasında yaşamaya başlamıştır. 


"Çünkü çoğu insan bir kitaptan herkesin aynı şeyi anladığını sanır ama öyle değildir. Her kitap, her okunuşta, herkese başka şeyler anlatır."

"Bir insanın hayatı sözcüklere döküldüğünde inanılmayacak kadar kısa kalır. Eğer insan, belleğinden geçebilenlerin tümünü yazıya dökmeyi başarsaydı, her insan hayatı, okunması mümkün olmayan sayısız cilde bile sığmazdı."

Bir gün amcasının arkadaşı Firuz Bey'in yazıhanesinde çalışmaya başlar ve her şey ondan sonra başlar. Firuz Bey'in kızı Emel ile tanışması ve Emel'in ona şifreli bir şekilde yazılmış notlar bırakmasıyla kahramanımızın hayatı farklı bir noktaya gitmeye başlar. Yani aşık olur... Sadece kitaplarda gördüğü aşk ile ilk defa karşı karşıya gelen Murat ne yapacağını bilemez halde Emel ne isterse onu yapmaya başlar. Emel'in zaman zaman ufak bir kız çocuğu gibi davranması, zaman zamanda tuhaf bir şekilde sessizleşmesi Murat'ın garibine gitse de ona hiçbir şey soramaz. Bir yaz günü başlayan bu hikaye uzun yıllar devam eder.


"....yaz, içinde bitmesini hiç istemediğim eşsiz anlar ve aynı zamanda hiçbirşeyin, hiç kimsenin sonsuza dek benimle kalmayacağını anladığım ayrılıkların mevsimiydi."

"Yalnızca peri masallarındaki aşklar mutlu sonla biter."

"Aşk, birinin sizi bırakıp gitmesinden korkmak mı acaba? Gidip de gelmezse hayatınızın yarım kalacağını düşünmek mi?"


Emel'in hep bir sırrı olduğunu bilen ve bunu ona soramayan Murat, Emel okumak için İngiltere'ye döndüğü günlerde bir gün dayısıyla tanışır ve dayısı onu bir partiye götürür. Orada Emel'in eski bir arkadaşıyla tanışır ve Emel'in aslında başka birisiyle yıllardır sevgili olduğunu ve onunla evleneceğini öğrenir. Bunun üzerine yıkıntıya uğrayan Murat, kendinden 20 yaş büyük olan Leyla adındaki bir kadınla sevgili olmaya başlar. Fakat her zaman aklında Emel vardır ve Emel ile mektuplaşıp görüşmeye de devam eder. 


"Söyleyebilseydik ona, onu sevmek; Karanlık bir suya girerken duyduğunuz ürperti gibiydi. Bir rüyada, uçurumdan yuvarlanırken bağırmaya çalışmak ama sesi çıkmamak gibiydi. Yılın ilk bahar sabahında uyanmak gibiydi. Karlı bir tepeden aşağı kayarken çılgınca gülmek gibiydi. Çok uzun yıllar görmediğiniz birine rastlayıp onu ne çok özlediğinizi anlamak gibiydi. Herkesin, kaybolduğuna inandığı bir adayı yeniden bulmak gibiydi. Bitmesin diye bir kitabın son sayfalarında durup bütün hikayeyi yeniden, yeniden hatırlamak gibiydi."

"Birinin hayatında yerim yok ama kalbinde var. Kalpler mi, yoksa hayatlar mı daha büyük?"

"Akıl gerçeği görür de, kalbin gözü yoktur."

"Oysa bazen insan birini öyle sever ki, ondan ne olursa olsun, ne çok acı çekerse çeksin, başına ne gelirse gelsin vazgeçemez."

"İşte biri tam yelkenleri suya indirip ötekine eğilirken o koşarak uzaklaşır... Böyle bir yanlış anlamalar, zamanlama hataları, körebe oyunu bu..."

Emel evlenir ve Murat hayatına devam eder. Fakat bir gün Emel'in kuzeninden aldığı bir telefona kadar.... İşte bundan sonrası hikayenin gerçek yüzünü ve en etkileyici kısmını oluşturuyor. Bu nedenle bundan sonrasını anlatmak doğru olmaz. Kahramanımız Murat bu kitabı yazarken tekrar Kıbrıs'tadır, çünkü yıllar önce işe gidip de gelmeyen babasının bir toplu mezarda olduğunu öğrenir ama bu hikayeyi yazarken kendisiyle de ikileme düşüp babasının mezarının almaya gitmemeye karar verir.

"Kimbilir, belki de bazen doğru olan, unutmaktır."

Kitabın kapağındaki kelebek resmi ise kitapta bir semboldür ve ölümü temsil eder. Kitabın çok kısa bir kısmında adı geçen kelebek, kitabın sonu hakkında aslında bir ipucu vermektedir ama okuyucu bunu kitap bitince anlayabilmektedir. 


Kitabın bir diğer etkileyici yönü ise kahramanımızın kendisini İstanbul ile özdeşleştirmesidir ve bununla birlikte yaşadığı değişimi anlatmak istemesidir.


"Daha bir iki yıl öncesine kadar yalıların önündeki iskelelerde, mavili beyazlı şemsiyelerin altında başlarına bone takmış hanımlar güneşlenir, çocuklar denize girerken, o yaz birdenbire her yer kirlenivermişti."

Murat'ın hayalperest ruhu ve aşka verdiği anlamlar da beni çok etkiledi.


"Yatağımda kendi kendime masallar uydurup uyuduğum gecelerdeki gibi bir rüya kurmuştum ve öylesine herşeyi unutmuştum ki bütün bunları gerçek sanıyordum."

"Hayaller, oturabileceğiniz en büyük evdir."

"Belki de hayatta ilk öğrendiği şey 'kaybetmek' olan çocuklar için hayaller kurmak, hayatta tutunmanın ve bir günü daha sürdürebilmenin tek yoludur."


"Aşk da tıpkı romanlar gibi, hayalle gerçeğin birbirine geçtiği ara alanda var olabiliyor."




KEYİFLİ OKUMALAR...

Devamını oku »

2 Ağustos 2014 Cumartesi

Kitap İncelemesi / Dönüşüm-Franz Kafka



 Franz Kafka ve onun gibi yazarların bu kadar etkileyici yapıtları nasıl ortaya çıkardıklarına gerçekten inanamıyorum. Ne kadar yoğun duygular yaşamışlar...Herşeyden öte bu duygularını böyle etkileyici bir şekilde nasıl yazıya dökmüşler... Özellikle Kafka herkesin seveceği ya da herkesin anlayacağı şekilde yazmıyor eserlerini. Gerçekten kendine has üslubu ve tarzıyla kendinden sonraki yazarları etkilemiş olmasına şaşırmamak gerekir. Kafka'yı anlayabilmek için öncelikle onun hayatını bilmek ve onu anlayabilmek gereklidir. 

Franz Kafka, 20. yüzyılın ve Alman edebiyatının en önde gelen yazarlarından birisidir. Aslında yaşamı boyunca pek tanınmayan Kafka, arkadaşı Max Brod'a ölümünden sonra bütün eserlerinin yakılmasını vasiyet etmiştir. Fakat Max Brod aksini yaparak eserlerini bir bir yayınlatmaya başlamıştır. Ölümünden sonra ün kazanan Kafka,  3 Temmuz 1883'te Prag'ta doğmuştur. Almanca konuşan Yahudi bir aileden gelmektedir. Kafka'nın çocukluk dönemi çok kötü geçti, babasıyla hiç anlaşamadı.Babası çok despot bir adam olduğu için Kafka üzerinde devamlı bir baskısı vardı. Kafka, hayatı her zaman baştan kaybedilmiş bir savaş olarak görmüştür. Hayatı boyunca büyük acılar çekmiştir. Küçük yaşta erkek kardeşini, daha sonrada kız kardeşlerini Yahudi soykırımında kaybetmiştir. Sevdiği kadınlarında ölümüyle iyice yıkıntıya uğramıştır. 1917 yılında verem olduğunu öğrendi. 1919 yılında geçirdiği ağır gripten dolayı hastaneye kaldırıldı. Son 6 haftasını sanatoryumda geçirdi. 3 Haziran 1924`te yaşama veda etti. 

Kafka, eserlerinde insanın korkularını, burjuva yaşamındaki sahte aile ilişkilerini, bürokrasinin yanlışlıklarını anlatmıştır. Eserlerindeki karakterler çaresizlikle donatılmışlardır. Zira tüm bu karamsarlığa rağmen yine de ufak bir umut ışığı görmek mümkündür.Franz Kafka'nın "Değişim, Dönüşüm veya Metamorfoz" olarak çevrilen "Die Verwandlung" adlı uzun öyküsü 1915 yılında yayınlanmış ve Kafka'nın en popüler eseri olmuştur. 

Kafka, hiçbir zaman kendi bedeninden hoşlanmamış hatta kendinden tiksinmiştir. Kendi aşağılık kompleksleriyle yoğurduğu bir iç dünyası vardır. "Dönüşüm"ün ilk cümlelerinden de bunu açıkça görebiliyoruz. 

"Gregor Samsa bir sabah korkulu bir düşten uyanınca, yatağının içinde kendini korkunç bir hamamböceği olarak buldu...''
Hikayenin kahramanı Gregor, bir böcek olarak uyanmıştır. Ve bir süre böyle utanç verici bir hayat sürdükten sonra yalnız ve kötü bir şekilde ölür. Gregor'un ölümüyle de ailesi rahat bir nefes almıştır. Gregor'un kardeşi Grete de aslında hikayede Gregor kadar önemlidir. Çünkü o da bir dönüşüm yaşamaktadır. Hikayenin başında Gregor ile ilgilenen ona yemekler götüren Grete zamanla bu ilgisini azaltmış ve hatta Gregor'dan kurtulmaları gerektiğini söylemiştir. Bir hayvanın ağzından anlatılan bu hikaye aslında Kafka'nın kendi kompleklerini yansıtmıştır. Gregor'un babasıyla Kafka'nın babası birbirinin aynısıdır. Romanda Gregor'un neden böceğe dönüştüğü açıklanmamıştır, ama bu dönüşüm otoritenin hakimiyetinden kaçış olarak sembolize edilmiştir. Çünkü Gregor ailesinin borcu olduğu için çalıştığı işten memnun değildir ve ondan kurtulmanın yolunu böcek olmakta bulmuş olabilir. Aynı zamanda ailesiyle ve çevresindeki kişilerle olan iletişimsizlik de Gregor konuştukça diğerlerine duyulan vızıltılarla anlatılmak istenmiştir. Yani kimse onu anlamamaktadır. Kafka'nın tarzı olan bu sembolize edilmiş durumlardan en çarpıcısı ise bence "böcek" sembolüdür. Çünkü böcek bu hikayede asıl insanı yani olması gereken insanı sembolize etmiştir.


Franz Kafka'nın bir sohbet sırasında söylediği bu sözler bizlere hikayenin ana temasını çok net bir şekilde vermektedir.

"Herkes, beraberinde taşıdığı bir parmaklığın ardında yaşıyor. Şimdi hayvanlarla ilgili bunca şey yazılmasının nedeni de bu. Özgür ve doğal bir yaşama duyulan özlemin ifadesi. Oysa insanlar için doğal yaşam, insanca yaşamdır. Ama bunu anlamıyorlar. Anlamak istemiyorlar. İnsan gibi yaşamak çok güç, o nedenle hiç olmazsa kurgusal düzeyde bundan kurtulma isteği var... Hayvana geri dönülüyor. Böylesi, insanca yaşamaktan çok daha kolay."


 KEYİFLİ OKUMALAR...



Devamını oku »
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...