Yıllardır kitaplığımda duran ve oraya nereden nasıl geldiğini bilmediğim bu kitap şans eseri bir gün yine elime geçti. Bu kitap muhtemelen anneme ait çünkü benim elimdeki 23. Basım ve 1996 yılına ait. Sayfaları baya eskimiş, sararmış ve kitabın konusuyla bütün olmuş bir haldeydi. Sizi bilmiyorum ama benim kitaplığımdaki bazı kitaplar okunacak zamanı bekliyorlar sanki. Zamanları geldiğinde de bir şekilde elime almış oluyorum onları. Bu kitapta tam olarak öyle oldu. İlk satırlarını okumaya başladığım an beni içine aldı. Sanki bugünler için bana kılavuz olmaya gelmiş gibi...
Biraz kitaptan bahsetmek gerekirse eğer İtalyan yazar Susanna Tamaro, bu kitabı 1994 yılında yayınlamıştır ve yayınlandığı andan itibaren İtalya'da büyük bir yankı uyandırmıştır.
Orjinal adı, "Va' dove ti porta il cuore" dir. Yazar, bir de bu kitabın devam niteliğinde olan "Yüreğimin Sesini Dinle" adlı kitabı da 2007 yılında yayınlamıştır.
Bir kitabı anlayabilmek için önce yazarını tanımak gerektiğine inanan biri olarak Susanna Tamaro'yu biraz araştırdım.
Tamaro, İtalyan kent soylu bir ailenin kızı olarak dünyaya gelmiştir. Zor bir çocukluk dönemi yaşamıştır. 18 yaşındayken bir depreme tanıklık etmiş, 25 yaşında ölümcül bir hastalık geçirmiş ve 27 yaşında yazmaya başlamıştır. Genelde günlük ya da mektuplar şeklinde kitaplar yazan yazar, olayları hep birinci ağızdan yazmıştır. Eserlerinde hep bir hüzün vardır. Kahramanları ise genellikle ölümün eşiğine gelmiş kişilerdir. Bir nevi yazar, kahramanla kendini özdeşleştirmiştir.
Bu kitap da yaşlı bir kadının torununa yazdığı mektuplardan oluşmaktadır. Ama ne yazık ki hiçbirini göndermemiştir, bu nedenle biraz da kendisiyle konuşuyor gibidir kahraman. Torunu Amerika'ya yerleştikten sonra kimsesi kalmayan bu kahramanımız torununun bıraktığı bir gül ve bir köpek ile torununa olan özlemini ona mektuplar yazarak anlatmaya başlıyor. Bu mektuplarda kızının ve kendi hayatının bilinmeyen yönlerini, torununa hiçbir zaman anlatmadığı sırlarını yazıyor. Kendisiyle yüzleşen ve iç hesaplaşma yaşayan bu yaşlı kadın aynı zamanda çok hasta ve ölümünün yakın olduğunu da bilmektedir. Hatta hastanede kalması gerektiğini söyleyen doktorlara karşı çıkıp, eskimolar gibi ölmek istediğini söylüyor. Burada durup biraz şaşırdım ve ne alaka acaba diye düşündüm. Kısa bir eskimo araştırmasından sonra ise :) bakın ne buldum; "Ölmek üzere olan yaşlılar, ana karadan kopan buzulların üzerine oturup denize açılarak buzul ile birlikte ölüme doğru yola çıkarlar."
"Yüreğinin Götürdüğü Yere Git", bize yaşlılık ve gençlik arasındaki farkları göstermektedir. Kahramanımız gençliğini yaşlılığıyla kıyaslayarak anlatıyor. Bu sırada zamanla değişen aile değerleri, ebeveyn ve çocuk ilişkilerine de değiniyor. Hatalarıyla yüzleşiyor. Kendi kızıyla ilişkisi ile kendi annesiyle ilişkisini karşılaştırıyor. Torununun neler hissettiğini anlayabilmek için kendi gençliğiyle yüzleşiyor. Kendi kızının babasının başka biri olduğunu söyledikten sonra kaza geçirip ölmesinden sonra büyük bir vicdan azabı çekiyor. Torununa mektuplarında annesinin gerçekten nasıl biri olduğunu anlatıyor. Babasıyla ilgili ise torununa, ne yazık ki babasının kim olduğunu bilmediğini söylüyor.
Aynı zamanda kendi hayatında, kendi evliliğinde yaşadığı problemleri anlatan yazar, kocasının ne kadar ilgisiz olduğundan ve aralarında herhangi bir aşk olmadığını düşündüğü için ne kadar acı çektiğinden bahsediyor. Bu arada bir hekime aşık olup ondan kızına hamile kalıyor.
Bu iç yüzleşme, bu yaşlılıkla gelen yalnızlık hissi ve torununa bıraktığı bu miras niteliğindeki mektuplar en sonunda yaşlı kadının şu sözleriyle etkileyici bir şekilde sona eriyor :
"Şimdi neredesin? Sen bu yazdıklarımı okurken burada olacaksın, benim eşyalarım da çoktan tavan arasına kalkmış olacak. Sözlerim seni kurtarabilecek mi? Beni belki daha da büyüdüğünde, ancak uzlaşmazlıktan merhamete uzanan o esrarengiz yolu aşmışsan anlayabileceksin. Sabah güneş doğduğu andan gece yarısına dek seni bir an bile rahat bırakmayacağım. Kendine dikkat et. Büyürken yanlışların yerine doğruları koymak istediğinde şunu anımsa: Yapılacak ilk devrim, insanın kendi içinde yapacağıdır ,evet ilk ve önemli devrim budur. İnsan kendi hakkında bir düşünceye sahip değilken bir düşünce uğruna savaşmak, yapılabilecek en tehlikeli şeylerden biridir.Ve sonra, önünde pek çok yol açılıp sen hangisini seçeceğini bilemediğin zaman, herhangi birine, öylece girme, otur ve bekle. Dünyaya geldiğin gün nasıl güvenli ve derin derin soluk aldıysan, öyle soluk al, hiçbir şeyin senin dikkatini dağıtmasına izin verme, bekle ve gene bekle. Dur, sessizce dur ve yüreğini dinle. Seninle konuştuğu zaman kalk ve YÜREĞİNİN GÖTÜRDÜĞÜ YERE GİT."
Kitap, bana birçok şeyi öğretmekle beraber birçok öğüt verdi bana. Bu yaşlı kadın sanki benim ninemmiş gibi sevdim, bağlandım. Bir günde bitirdiğim bu kitap ile aramda bir bağ oluştu. Ne zaman bunalsam elime alıp bir mektubu okuyup kendimi iyi hissedeceğim bir kitap oldu. Herkese tavsiye ederim. Ben de bu kitabın ikincisini en kısa zamanda alacağım.
Kitaptan en sevdiğim kısımlar;
"Akmayan gözyaşları kalpte birikirler, zamanla kabuk tutarlar ve kirecin çamaşır makinesini tıkaması gibi kalbi tıkayıp felç ederler."
"Kaderin geçmişteki davranışlarımızın bir sonucu olarak oluştuğunu, kaderimizi kendi ellerimizle bizim çizdiğimizi gördüm."
"Mutsuzluk genel olarak dişi çizgiyi izler. Bazı kalırsak anomaliler gibi anadan kız evlada geçer. Geçerken de zayıflayacağına daha yoğun, daha kalıcı ve derin olur."
"Sevgiye tembellik yakışmaz, onu dolu dolu yaşamak için kararlı ve güçlü devinimler gereklidir."
"Artık çıkış yolunun kalmadığını sandığın bir durumda umutsuzluğun zirveye vardığında, rüzgar hızıyla her şey değişir, altüst olur ve bir andan ötekine geçerken kendini yeni bir yaşantının içinde bulursun."
"Her erkeğin yaşamında mükemmel birlikteliğe ulaşabileceği tek bir kadın vardır, her kadının yaşamın bütünlüğüne ulaşabileceği tek bir erkek vardır. Ama ulaşabilmek pek az kişinin yakalayabildiği bir alınyazısıydı. Geride kalan herkes bir tatminsizlik, sürekli bir özlem içinde yaşamak zorundadır."
"Aşık olana dek, yüreğin özgür kaldığı sürece, hiçbir erkeğin dikkatini çekemezsin; sonra bir tek insana kapıldığın anda, sen artık başkalarını hiç umursamazken, herkes peşine düşer, sana tatlı sözler söylerler, sana kur yaparlar."
"Bir erkeği sevince -onu bütün bedenin ve ruhuyla sevince- ondan bir çocuk istemek en doğal şeydir. Burada zihinsel, mantıksal temellere dayanan bir seçim söz konusu değildir."
"Ölüler yokluklarıyla değil, daha çok -onlar ve bizler arasında- söylenemeyenler yüzünden acı verirler."
"Çınarın altına oturduğunuzda kendiniz değil, çınar olun, ormanda orman, kırda kır, insanlar arasında insanlarla olun."
KEYİFLİ OKUMALAR....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder